Aşk hakkında yazılan çizilenler yıllardır devam ediyor ve edecektir de. Aşk, insanların en fazla görüş birliğine varamadığı ve formülünün bulunmadığı konulardan biri. Kadınlar erkeklerin davranışlarından, erkekler de kadınları anlayamamaktan şikayetçi. Peki nedir aşk? Niye aşık oluruz ve neden çoğu aşk hüsranla biter? Bu yazıda bunlara cevap vereceğim.
Psikolojinin önde gelen teorisyenleri aşkı bir psikoz hali olarak adlandırırlar. Psikoz demek, kilinin gerçekle, zihninin yarattığı imgelerin karıştırıldığı bir haldir. Toplum içinde delilik hali olarak adlandırırız bunu. Yani aslında aşk tam bir delilik halidir.
Tam bir delilik hali olmasına da, aşkın içindekiler bu halden oldukça mutlu. Etrafımızdaki biri aşık olunca değişimlerini görürüz, daha mutlu, daha canlı, daha neşeli ve daha güzeldir. Aşk, kişiyi canlandırır. Canlanmamızı sağlayan bir takım hormonlar vardır. Aşk, bu hormonların salınımını artırır ve biz fark etmeden hayattan daha keyif alır hale geliriz, ta ki aşık olduğumuz kişi bizi terk edinceye kadar.
Şüphesiz ki aşkın en ızdırap verici yanı ayrılık kısmıdır. Bunu biyolojik olarak açıklayacak olursak biraz bağımlılıkla ilişkilendirebiliriz. Yukarıda bazı hormonlardan bahsetmiştim. İşte bu hormonlar adrenalin veren sporlar yaptığımızda, bir şeye aşırı heyecanlandığımızda ve sevindiğimizde ya da uyuşturucu madde kullandığımızda da salınırlar. Bu değişkenlere bakarsak bunların hepsi kişide bağımlılık yapar. Adrenalin sporları yapanlara bakın, kopamazlar, birçok şeylerini feda ederler ama o sporlara devam ederler. Uyuşturucunun bağımlılık derecesini zaten biliyoruz. İşte bu hormonlar aşık olduğumuz kişiye de bağımlılık duyguları geliştirmemize yol açar. O kişiyi yanımızdayken zamanı unuturuz, hayatta her şey pozitife döner ve mutluluktan bulutların üstündeyizdir. Kimse bu duygu halini kaybetmek istemez, kaybedince de bir gökdelenin tepesinden düşmüşçesine yıkım yaşanır. Bu yıkımla çoğu kişi baş etmekte zorlanır ve acılara gömülür.
Burada kişilik özellikleri devreye girer. Bazı kişiler görürüz, alışkanlıklarına daha sıkı sıkıya bağlı, değilimden çok da hoşlanmayan, risk almayı çok sevmeyen kişilerdir bunlar. Böyle bir kişi aşık olduğu kişiden uzaklaştığında yoğun acılar hisseder. Bazı kişiler vardır, yalnızlığa tahammülleri çok azdır, yanında sevdiği biri olduğunda kendini daha tam hisseder, yalnızken özgüveni azalır, üretkenliği durur ve mutsuzlaşır. Bu kişilik yapıları da bir ayrılık yaşadığında bunu kolay kolay atlatamazlar. Ayrılık durumunu en kolay atlatan grup toplum içinde özgüveni yüksek olarak tanımladığımız, insan ilişkilerinde mesafe ya da yakınlık sorununyaşamayan, kendisini açmaktan ya da zayıf yönlerini göstermekten çok çekinmeyen, kendi başına kaldığında da durumu keyifli hale getirmeye çalışan kişilerdir.
Herkesin merak ettiği bir soru var, aşkın ömrü ne kadar? Tabi ki bunun cevabı ilişkiden ilişkiye, kişiden kişiye değişir.Ama şu da bir gerçek ki aşkın bir ömrü vardır, olması da sağlıklıdır. Aşk bir delilik hali dedik, bu delilik hali ömürsüz olsa idi, çoğu aşık insanın ilerleyen dönemlerde psikolojik bozukluklara yakalanması kaçınılmazdı. Yani, akıl sağlımızın korunması için aşkımızın bir ömrü olması gerekir. O heyecanlar, tutkular bir süre sonra daha normalleşir, duygunun şiddeti azalır ve aşıklar devam ettiği sürece birbirlerine daha farklı duygularla bağlanırlar. Güven duygusu oluşur, bağlanma çoğalır, alışkanlık fazlalaşmıştır ve kişiler kendilerini daha huzurlu hissederler.
Çok alışık olduğumuz bir tablo daha vardır ki, birçok kişi ilişkilerinde hep aynı ğroblemleri yaşar, aynı hüsranla karşılaşır, aynı mutsuzluklar onu bulur. Bu gibi durumlarda savunma mekanizmalarımız devreye girer ve problemi dışarıda ararlar. Karşı tarafın sebep olduğu bir takım şeylerden dolayı bunu yaşadığını düşünür kişi; bu düşünce kişiyi kısır döngüye götürür. Şunu unutmamalıyız, hayatta ne yaşıyorsak çoğu, bizim bilinçli ya da bikinç dışı olarak istediğimiz şeylerdir. Fakat bazen bilinç dışı o kadar mantıksız görünen şeylerin peşinden koşar ki, kilinin bilinci bunu kabullenmeyio problemi dışarıya atar ve rahatlar. Çözüm istiyorsak önce kendi analizimiz şarttır.
Her ilişkide aynı şeyleri, aynı hüsranları, aynı mutsuzlukları yaşamamız biraz da bizimle ve kişil yapımızla ilgilidir. İşte bu noktada psikologlar devreye girmektedir.
Uyarı: Bu sitede yer alan bütün bilgiler sadece bilgilendirme amaçlıdır. Teşhis, tanı ve tedavide kullanılamaz.